Dava, muris muvazaası hukuksal sebebine dayalı, tapu iptali ve tescil; olmadığı takdirde, tenkis istemine ilişkindir. Çekişmeli taşınmazlara ait davalılar adına olan tapular, asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalılar adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur. Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacını sağlamaya yönelik bulunduğunu taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu bu itibarla geçersiz olduğu gibi asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir. Gerçekten tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması T.M. K.’nın 634. T.B.K.'nın 213 ve Tapu Kanunu'nun 26. maddesi hükümleri gereğidir. Ancak, gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Yasası'nın 32/B maddesinde gerekse 09.09.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K.’nın 634 ve B. K. 'nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatını bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun üzerine tapulama tesbiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir. Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tesbit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık ise olayda; 01. 04. 1974 gün 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; kural olarak Yargıtay İnançları Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. 1974 tarihli Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı'nda "bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklık (muvazaalı) olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri ve bu dava hakkının, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan T.M.K.’nın 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağı" hükme bağlanmıştır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkân tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icab eder. Oysa olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalılara devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapu teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez. Bu durumda olayda 01. 04. 1974 gün 1/2 sayılı Y.İ.B.K.'nın uygulama yeri bulunmadığına değinen Özel Daire bozma kararı Hukuk Genel Kurulu'nun 02.04.1988 gün 543/861 sayılı kararında da açıkça vurgulanan ilkeye de tamamen uygundur. Hal böyle olunca Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen bu konudaki bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. Ancak, davada muris muvazaası hukuksal sebebi, yanında, tenkis de talep edilmiştir. Ne var ki tenkis isteği ile ilgili olarak mahkemece bir inceleme ve araştırma yapılmış değildir. Bu durumda direnme kararı Özel Daire bozma kararında gösterilen sebep ve ayrıca olayda talep bulunduğu cihetle tenkis isteği ile de ilgili inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin düşünülmemesinin isabetsizliğine işaretle de bozulmalıdır. Direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY:
Dava T.B.K.'nın 18. maddesi uyarınca muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde, tenkis istemiyle açılmıştır. Muvazaa, tarafların üçüncü şahısları aldatmak maksadıyla ve fakat kendi hakiki iradelerine uymayan aralarında hüküm ve netice tevlit etmeyen (doğurmayan) bir görünüş yaratmak hususunda anlaşılmaktadır. (Dr. Turhan Erener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler 1956 s. 7) Başka bir ifade ile irade açıklamasında bulunan taraflar irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir. (HGK. 22. 12. 1982-1979/13-1905 E - 1982/1966 K: YKD C: 9 s. : 4 s. 498). BK. 'nun 18. maddesine göre ""bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akiddeki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. "" Taraflar akdin hakiki mahiyetini gizlemek (yani üçüncü kişileri aldatmak) kasti ile iradelerine uymayan bir ifade tarzı kullanabilirler. Muvazaada irade ile beyan arasında kasti istenen bir uygunsuzluk vardır. BK.'nun 18. maddesi gereğince sözleşmeler yorumlanırken, tarafların gerçek ve müşterek amaçlarını araştırmak gerekir. Şayet miras bırakan ile karşı tarafın gerçek sözleşmeyi gizledikleri ve görünüşte başka bir sözleşme yapmak istiyorlarmış gibi irade bildiriminde bulundukları anlaşılırsa, görünüşte sözleşme (satış)değil, onun altında saklanan gerçek sözleşme (yani bağış sözleşmesi) geçerli sayılır. Davanın konusunu teşkil eden satış sözleşmesi karşılığı olarak miras bırakanın herhangi bir bedel almadığı, gerçek sözleşmenin taşınmaz mal bağışı niteliğinde olduğu halde, resmi memur önünde bu durum saklanarak işlemin satış şeklinde oluşturulduğu sabit olursa 07.10.1953 gün ve 7/8 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere; sözü geçen satış sözleşmesi muvazaa nedeniyle geçersizdir. Ancak onun yerine tapulu taşınmazlara ilişkin bağış sözleşmesi kaim olmaz; çünkü yetkili memur önünde bağışlama hakkında taraf iradeleri birleşmemiş, düğümlenmemiştir. O halde bağış sözleşmesi de şekle uyulmaması nedeniyle geçersizdir. (HGK. 3. 2. 1982 Tarih 1979/1-464 E: 1982/77 K: YKD c. VI-I. s. 12, s. 163) (Esasen age s. 59). Somut olayda baba, kızlarından mal kaçırmak amacı ile oğulları ile anlaşmış taşınmazları gerçekte bağışladığı halde 1978'de haricen sattığını, kadastro tesbitlerinin zilyetleri adına yapılmasına muvafakat ettiğini bildirmiştir. Görüldüğü gibi muris muvazasının tipik örneği ortaya çıkmıştır. Taraf iradeleri satış doğrultusunda birleşmediği, bağışa yönelik olduğu halde satış olarak ifade edilmiştir. Muris muvazaası olarak tanımlanan muvazaa niteliği itibariyle BK. nun 18. maddesinde söz edilen bir muvazaadır, kaynağını 01. 04. 1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararından almaktadır. Bilindiği gibi 01. 04. 1974 tarihli İ.B.K.'da (…Bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak isteği tapulu taşınmazı için Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu, gizlenen bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri) öngörülmüştür. Davaya konu işlem, Kadastro ekibi önünde değil de, aynı gün Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılmış olsaydı, olayda muvazaaya dayalı iptal davasının unsurları gerçekleşecek ve davanın kabulüne karar verilecekti. Çünkü, miras bırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte oğullarına bağışladığı taşınmazları onlara satmışçasına işlem yaptırdığı, böylece iradesi ile beyan arasında kasti bir uyuşmazlık yaratarak muvazaaya başvurduğu açıkça saptanmıştır. Ancak somut olayda işlem kadastro bölgesinde vuku bulmuştur. Yüce Genel Kurul çoğunluğuna göre burada artık 01. 04. 1974 günlü 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanamaz. Zira, Mülga 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B-a maddesine göre miras bırakan işleme muvafakatını bildirmekle, tek taraflı irade beyanı ile mülkiyeti geçirmiştir. Usulüne uygun olarak yapılan bu beyan yeterlidir ve bunun harici satış bağış vesair akitlerle birleşmesi de gerekmez. Kanunları, Hukukun genel esaslarına göre yorumlamak zorunludur. Resmi memur olan kadastro teknisyenleri huzurunda kayıt maliklerinin verdiği muvafakat, geçersiz sözleşmeyi muteber kılmıştır düşüncesi hukukun genel prensiplerine aykırıdır. Kayıt maliklerinin tek taraflı olarak verdiği muvafakat özünde geçersiz olan sözleşmeye sıhhat kazandıramaz. Miras hakkı mirasçıların doğrudan doğruya kendi şahıslarına tanınmış bir hak olup Anayasanın 35. maddesiyle Anayasa güvencinin altındadır. Saklı payda miras bırakanın üzerinde bir tasarrufta bulunamayacağı bir haktır. Miras bırakan saklı pay üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamaz. Bizimde taraftar olduğumuz görüşe göre 27. 10. 1971 t. 7/622 sayılı HGK. 'da da belirtildiği gibi muvafakat tek başına tasarrufi bir işlem olarak nitelendirilemez. T.M.K.’nın 922. maddesinde sözü edilen tescil isteği biçiminde nitelendirilebilir. (Ozanalp, Tapulama Kanunu şerhi 1976, s. 341. 132 nolu İçtihatı) Muvazaa geçersiz olan bir taahhüt muamelesine sıhhat kazandıramaz. Taahüt muamelesi geçerli ise işte o zaman tescil isteme beyanı yerine geçer. Yüksek çoğunluğun ve Yüksek Özel Dairenin kabul ettiğinin aksine muvafakatın bildirilmesi mülkiyeti zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitin yapılabilmesi muris muvazaasında söz konusu olamaz. Çünkü satış olarak sunulan taahhüt muamelesinde iradeler satış doğrultusunda birleşmediğinden geçersizdir. Muvafakat birleşmeyen iradeleri birleştiremez. Keza tasfiye yasalar ile de olsa Anayasal hakların özlerine dokunulmaz. Genel Hukuk Kuralları bertaraf edilemez. Olsa olsa işlemin çabuk sonuçlanması için özel hükümler konabilir. Kadastro (tapulama) Kanunlarında da yapılan budur. Taraflar kadastro sırasında bir işlem yapmak istemişler veya daha önce Genel Hukuk Kurallarına uygun ancak şekle aykırı olarak bir sözleşme yapmışlarsa kolaylık sağlama ve bazen de uzun süre devam eden fiili duruma hukuki sonuç bağlama yoluna gidilmiştir. Bu maddelerle kişilerin istenirse miras haklarından hele hele mahfuz hisselerinden murisin iradesiyle yoksun bırakılabileceği kabul edilmemiştir. Aksini iddia hakka hukuka uymaz, yanlış olur. Kadastro Kanununun 13. maddelerini bu çerçeve içinde mütala etmek lazımdır. Basit bir muvafakat beyanına tek taraflı akid kurucu nitelik vermek doğru olmaz. Böyle bir düşünce M. K. ve B. K. sistemini zaafa uğratabileceği gibi adalet duygusuna aykırı sonuçlar da doğurur. Şöyle ki kadastro çalışma alanındaki köyde oturan kişi ile çalışma alanı dışındaki bitişik köydeki şahısların aynı nitelikteki muvazaalı satışları değişik sonuçlar doğuracak birinin mirasçılardan mal kaçırmasına göz yumularak değer tanınacak, diğerininkine değer verilmeyecektir. Bu hukuk mantığına, Anayasanın eşitlik prensiplerine de aykırıdır. Tasfiye amacı ile olsa bile kanunlar hukuk düzenine, adalet duygusuna ters hükümler içeremez. Burada da 01. 04. 1974 gün 1/2 sayılı İBK. aynen uygulanmalı, satış akti iradeler birleşmediğinden geçersiz sayılmalı, gizlenen bağış akdi ise karşılıklı iradeler resmi memur önünde birleşmemiş ise de işlem kadastro çalışma alanında vuku bulduğundan bu şekle aykırılığın KK. 13/B-a da yer olan muvafakat beyanı ile izale edildiğini, bağışın geçerli olduğu ve tenkis gerekeceği kabul edilmelidir. Açıklanan bu nedenlerden dolayı çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. Halil KILIÇ, 17. Hukuk Dairesi Üyesi
Murisin ayın tasarrufu tenkis ve muvazaa isteklerini kapsayan ayrı ayrı davalara konu yapıldığı hallerde görüşte kuşku uyandıran çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Örneğin, geniş kapsamlı muvazaa nedeniyle açılan davanın kabulü takdirinde; dar kapsamlı tenkis davasının konusu kalmayacaktır. Bu davada dahi durum böyledir. Önce "tenkis" sonra "muvazaa" nedenine dayan iptal davası açılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi mahkemece "tasarrufun tenkisi istenildiğine göre ayrıca muvazaa nedeniyle iptali istenemeyeceği gerekçesi ile" dava reddedilmiştir. Oysa; önce, tasarrufun kısmen iptalini hedef tutan yani tenkis isteğini kapsayan davanın açılması, sonradan açılan ve temlikin tümüyle ortadan kaldırılması isteğini içeren muvazaa davasının reddini gerektirmez. Ancak, tenkis davasında muvazaa davasının sonucunun beklenmesi, diğer söyleyişle "muvazaa davası", "tenkis davası" yönünden bekletici neden sayılmak gerekir. O halde bu düşüncelerle davaya bakılması zorunlu iken ret edilmesi doğru değildir. Davacının daire bozmasının gerekçesine yönelik kara düzeltme isteği yerindedir. Kabulü ile daire bozmasında yanılgı sonucu yer alan "bu durum karşısında duyulan tereddütleri ortadan kaldırmak üzere davacıdan sonraki geniş kapsamlı davayı açmak suretiyle önceki tenkis davasından feragat edip etmediğinin sorulması, buna göre uyuşmazlığın çözümlenmesi gerektiği düşünülmeyerek" sözcüklerinin silinmesi suretiyle hükmün yukarıda yazılı nedenlerden ötürü BOZULMASINA oybirliği ile karar verildi.
Taraflar arasında görülen davada; Davacılar, murislerinin anne bir baba ayrı olan davalı kardeşlerine dava konusu 2021 parsel s. taşınmazını bağışladığı durumda işlemin satış biçiminde yapıldığını ileri sürüp muvazaa sebebiyle tapunun iptali ile bütün mirasçılar adına tesciline olmadığı taktirde tenkisine karar verilmesini istemişlerdir. Davalı, dava konusu taşınmazı gerçek bedelini ödeyerek satın aldığını, muvaza bulunmadığını, dava açma süresinin geçirildiğini ,mahkemenin de yetkisiz olduğunu bildirip davanın reddin istemiştir. Mahkemece;muvazaa olgusunun gerçekleştiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı kanuni ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle miras bırakan tarafından davalıya yapılan temlikin muvazaalı ve mal kaçırmaya yönelik olduğu anlaşıldığına göre davalının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Dava ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal-tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. … Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiaya gelince; çekişme konusu 88 parsel 5 ve 7 no'lu bağımsız bölümlerin bizzat miras bırakan tarafından 3. kişi durumunda bulunan davalı Vesile ve Meral'e bedel karşılığı yapılan satışların muvazaalı olmadığı, gerçek bir satış olgusuna dayalı bulunduğu anlaşıldığına göre davacının bu parsellere yönelik temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Ancak, 4 no'lu bağımsız bölümün miras bırakan tarafından önce kardeşi olan davalı Mehmet'in komşusu Mecit'e, Mecit'in Mehmet'in muhasebecisi Durmuş Ali'ye, onun da taşınmazın intifa hakkını miras bırakana, çıplak mülkiyetini ise miras bırakan ile birlikte yaşayan davalı Ahmet'e aktarıldığı; 8 no'lu bağımsız bölümün miras bırakan tarafından önce kardeşi davalı Mehmet'e, onun ise iş ortağı Mümtaz'a, Mümtaz'ın Mehmet'in oğlu dava dışı Ahmet'e intikal ettirildiği, Ahmet'in de miras bırakanın ölümünden 17 gün önce aynı apartmanın alt katında oturan davalı Şerife'ye temlik ettiği, anlaşılmaktadır. Ancak davalı Şerife'nin eşinin temlikten önce taşınmazın çekişmeli olduğunu bildiği dava açılacağı konusunda uyarıldığı, buna rağmen davalı Şerife'nin taşınmazı aldığı, tanık anlatımları ile sabittir bu sebeple taşınmazın temlikindeki muvaza olgusunu bilebilecek konumda olduğu ve Türk Medeni Kanununun 1023 maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı kabul edilmelidir. Açıklanan nedenlerden ötürü hükmün BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Taraflar arasında görülen davada; Davacı miras bırakan Ökkeş C. 'ın maliki olduğu 106 ada 5 parsel s. taşınmazını öldükten sonra kardeşi Cumali'ye verilmek üzere Cumali'nin bacanağı olan davalı Osman K. 'a bedelsiz intikal ettirdiğini, işlemin satış biçiminde yapıldığını, asal amacın kendisini mirastan yoksun bırakmak olduğunu, taşınmazı halen dava dışı müvekkilinin kardeşi Cumali'nin kullandığını ileri sürüp muvaza sebebi ile tapunun payı oranın da iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalılar vekili davanın yersiz açıldığını, müvekkilinin taşınmazı satın aldığını, satışın gerçek olduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, muvazanın sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olmakla, dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı kanuni ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle miras bırakan tarafından davalıya yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu anlaşıldığına göre davalının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili olmadığı takdirde tazminat ve tenkis isteklerine ilişkindir. Hükmüne uyulan bozma ilamına göre, davalı Ü… hakkındaki davanın reddine karar verilmesinde ve taşınmazın keşfen belirlenen değeri üzerinden harcın ikmal edilmediği dikkate alınmak suretiyle itiraza uğramayan dava dilekçesinde gösterilen dava değeri üzerinden, davalı Ü… lehine vekalet ücreti tayin ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından davalı Ü...'ın, tüm davacıların öteki temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Ancak, içerik olarak yerinde görülen bozma ilamına uyularak tazminata hükmedilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik bulunmamakla birlikte, bozma ilamının son sayfasının ikinci paragrafının ilk cümlesinde geçen " temlik tarihindeki gerçek bedelin saptanması" ibarelerinden "temlik tarihi" sözcüğü yerine "dava tarihi" sözcüğü yazılacakken, maddi hata sonucu "temlik" sözcüğünün yazılmış olduğu görülmektedir. Bilindiği üzere, maddi hata sonucu oluşturulan bozma ilamına uyulması yerleşik yargı karar ve uygulamalarına göre, usuli müktesep hak oluşturmaz. Anılan husus, bu kez yapılan temyiz incelemesi sonucu anlaşıldığından, dava konusu taşınmazın "dava tarihindeki" gerçek bedelinin saptanması, davacıların payı oranında karar altına alınması ve davalılar N… ve N…'tan tahsili gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Açıklanan nedenlerden ötürü hükmün BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi..
Mahkemece, 22.07.1993 tarihli satış aktinin muvaza nedeniyle, bağış akdinin ise şekil noksanlığı nedeniyle geçersiz olduğu kabul edilmek sureti ile hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hüküm için yeterli bulunmamaktadır. Çekişmeli taşınmazın öncesinin tarafların müşterek murisleri ...'e ait olduğu tartışmasızdır. 22. 07. 1993 tarihli senedin varlığı tartışmasız olup, ihtilaf senedin geçerli olup olmadığı, geçersiz ise yapılan işlemde müşterek murisin bağış iradesinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Mahkemece 22. 07. 1993 tarihli senette tanık olarak imzası bulunanlardan ... dışındakiler ile muhtar ve azalar dinlenilmemiş, tanıklardan muris ...'in senedin oluşturulma tarihinde iradesini sakatlayan ve akli melekelerini kullanmasını engelleyecek olumsuz bir durumun var olup olmadığı hususlarında beyanları alınmamıştır. Bu şekilde yetersiz inceleme ve araştırma ile verilen kararda isabet bulunmamaktadır. Doğru sonuca varılabilmesi için; mahallinde yerel bilirkişiler, tespit bilirkişiler ve 22. 07. 1993 tarihli senette tanık olarak imzası bulunanlar, muhtar ve azaların katılımıyla yeniden keşif yapılmalıdır. Keşifte yerel bilirkişi, tespit bilirkişileri, tarafların bildirdikleri tüm tanıklar ve 22. 07. 1993 tarihli senette imzası bulunan tanıklar ile muhtar ve azalar ayrı ayrı dinlenilip, muris ...'in senedin oluşturulma tarihinde iradesini sakatlayan akli melekelerini kullanmasını engelleyecek olumsuz bir durumun var olup olmadığı ve muris ...'de bağışlama iradesinin bulunup bulunmadığı hususları etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, 22. 07. 1993 tarihli senet keşif sırasında yerel bilirkişiler yardımıyla uygulanarak çekişmeli taşınmazı kapsayıp kapsamadığı belirlenmeli, fen bilirkişisinden keşfi izlemeye olanak tanır şekilde rapor ve harita düzenlenmesi istenmelidir. Çekişmeli taşınmaz tapusuz olup, tapusuz taşınmazların devri menkul mal hükümlerine tabidir. Senet geçersiz olsa dahi çekişmeli taşınmaz tapusuz olduğundan bağışın şekle tabi olmadığı, bu itibarla senet geçersiz ise yapılan işlemde müşterek murisin bağış iradesinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ve ...'in hasta olmasının muvaza iddiası için yeterli olmadığı düşünülmeli, bundan sonra toplanmış ve toplanacak tüm deliller birlikte tartışılarak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK’nın 140/3. maddesinde; ‘’ Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.‘’ hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden eldeki davada muris muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı, kaldı ki mahkemece ön inceleme duruşmasında; "HMK 140. maddesi gereğince yapılan incelemede; davanın muvazaa nedeniyle tapu iptali tescil talebi olduğu, davacı tarafın davacının murisinin muvazaalı suretle tescili yaptığı, 7 ay sonra vefat ettiğini iddia etmesine karşı davalı tarafların husumet yönünden itirazda bulunduğu, ayrıca usulüne uygun vekaletname ve sağlık raporu doğrultusunda noterden alınan vekaletname ve belediye rayiç bedeli üzerinden satışın yapılması nedeniyle muvaza ididasını kabul etmediği anlaşıldı... ‘’ saptaması karşısında tahkikatın muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durularak yürütülmesi gerektiği açıktır. Hâl böyle olunca, mahkemenin ön inceleme tutanağında tespit ettiği hukuksal neden ve 6100 sayılı HMK’nın 140/3. maddesindeki açık düzenleme karşısında muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durularak toplanan ve toplanacak deliller ile bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. Açıklanan nedenden ötürü hükmün BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa; miras bırakanın gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek amacında olmasıyla beraber mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmesi halidir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1. 4. 1974 tarih 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında vurgulandığı gibi, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706, Türk Borçlar Kanunu'nun 237. (Borçlar Kanunu'nun 213. ) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi için miras bırakanın asıl irade ve amacının açık ve kesin bir şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki sosyal ilişki gibi olgulardan yararlanılması zorunlu olup, mahkemece açıklanan ilkeler doğrultusunda iddia ve savunmalar kapsamında toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle işin esası bir karar verilmesi gerekirken hukuk mantığına aykırı bir şekilde hem dava şartı yokluğu nedeniyle hem usulden hem de 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/son maddesine yanlış anlam atfedilerek ve bu maddeye dayalı olarak davanın esastan reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığı gibi bozma ilamının 1. maddesinde bahsedildiği üzere dava değerinin yanlış hesaplanarak taşınmazların toplam değeri üzerinden nispi vekalet ücreti hesaplanmak suretiyle davalı taraf lehine fazla vekalet ücreti takdir edilmesinde dahi isabet bulunmamakta olup davacının temyiz itirazlarının bu nedenlerle kabulü ile 2663 parsel sayılı taşınmaz dışındaki diğer taşınmazlar hakkındaki usul ve yasaya aykırı hükmün BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.
Dava, tasarrufun iptali istemine ilişkindir. ... 24. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın ticari dava olduğu gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur. ... 18. Asliye Ticaret Mahkemesi ise davaya konu olay niteliği itibariyle BK'nın 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİY'nin 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası, alacaklı ve borçlunun yaptığı tasarrufi işlemin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak, muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3. kişiler (olayımızda davacı) tek taraflı ve çok taraflı hukukî işlemlerinin geçersizliğini ileri sürebilirler, danışıklı olan bir hukukî işlem ile 3. kişinin zararlandırılması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir. Ancak, 3. kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlemin yapılması gerekir. Bu açıklamalar ışığında dava niteliği itibariyle İİK'nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen muvazaa ve hile iddiasına dayalı tasarrufun iptali davası olup BK'nın 18. maddesi anlamında muvaza temeline dayalıdır olayda taraflar arasındaki ticari ilişki nedeniyle borcun varlığı ve miktarı tartışma konusu olmayıp muvaza yolu ile gerçekte borçlu olmadığı halde borçlu imiş gibi bir görünüş yaratılarak mahsuben taşınmazın devri işlemine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Somut olayda davacı vekili, müvekkilinin babalarından kendilerine ... önemli bir mevkiinde fırın işletmelerinin kaldığını ve babası hayatta olduğu dönemden beri şirketin fiilen yüksek kar elde ettiğini bildiğini, buna ilişkin şirketin adı ... Limited Şirketi olduğunu, işlerin yürütülebilmesi için kardeşlerinin isteği üzerine, babalarının vefatından sonra abisi ...'e vekaletname verdiğini, o sırada bebek beklediğinden ve sağlığı biraz problemli olduğundan üzerinde çok düşünme ve verdiği vekaletle sonrasında bir işlem yapılıp yapılmadığını sorgulama fırsatı olmadığını, yine 30 Mayıs ... tarihli ... sayılı ticaret sicil gazetesinin 333 ve 334. sayfalarında görüleceği üzere murisin 12/05/2001 tarihli kararla şirketin kuruluş aşamasında pay vermediği oğlu ...'e, kız evlatlarından mal kaçırmak amaçlı, muvazaalı olarak uhdesinde resmi olarak bulunan hisselerinin yarısını devrettiğini, kuruluş ve hisse devri aşamasınaki şirketin hisselerine biçilen değerlere bakıldığında gerçek bedeller yanında çok çok düşük kaldıklarını, bu durumun dahi tek başına muvazaanın kanıtlarından biri olduğunu, murise ait ... ve Ticaret Limited Şirketinin kuruluş aşamasında muvazaalı olarak davalılar ..., ... ve ...'e devredilen miras hisselerinin, miras payı oranında iptali ile müvekkili adına tesciline, murisin 12/05/2011 tarihli karar ile, şirketin kuruluş aşamasında pay vermediği oğlu ...'e diğer miraçılardan mal kaçırma amaçla, 200. 000. 000,00. -TL bedelli olarak devredilen yüzde yirmi oranındaki şirket hisselerinin miras payı oranında iptali ile müvekkiline adına ticaret sicilen tesciline karar verilmesini talep etmiş olup Türk Ticaret Kanununda düzenlenen hususlardan doğan ve ticari dava niteliğinde olan uyuşmazlığın ticaret mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince ... 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE oy birliğiyle karar verildi.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkin olup dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre ve hükmüne uyulan bozma ilamı uyarınca yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Hemen belirtilmelidir ki, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden açılan davada öncelikli isteğin ''tapu iptali ve tescil'' olduğu anlaşılmaktadır. Davacıların ilk sıradaki talebi olan tapu iptali-tescil istekleri mahkemece yerinde görülmediği takdirde terditli talep olan "tenkis" isteği üzerinde durulması gerekirken; tapu iptal-tescil talebi kabul edildiği halde, terditli talep olan tenkis isteği yönünden de davanın reddine karar verilmesi ve tenkis talebi reddedildiği gerekçesiyle davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmiş olması doğru değildir. Ayrıca; davalıya temlik edilen taşınmazlar bakımından; tapu kaydının davacıların yasal miras payları oranında iptal edilerek, yine davacıların mirasbırakanının veraset ilamındaki payları oranında adlarına tesciline karar verilmesi gerekirken; tapu kayıtlarının tamamının iptal edilmiş olması doğru değil ise de değinilen bu hususlar yeniden yargılama yapılmasını gerekli kılmadığından; Hükmün 1. bendinin hükümden çıkarılarak yerine 1. bent olarak '' 1- ...İli ... İlçesi Hacıilyas Mah. 362 ada 59 parsel sayılı taşınmazda bulunan 4 Nolu bağımsız bölüm ve bu bağımsız bölüme isabet eden 1/4 arsa payının muvaza sebebiyle tapu kaydının davacıların miras payları olan 2/6 oranında iptali ile; 1/6'şar paylarla davacılar adına tesciline'' cümesinin yazılmasına, Hükmün 2. bendinin hükümden çıkarılarak yerine 2. bent olarak ''Muğla İli Milas İlçesi Mutluca Mah. Karakaya Mevkii 38 parsel (18. Madde iptali oluşan yeni parsel)'in davalı adına olan tapu kaydının davacıların miras payları olan 2/6 oranında iptali ile; 1/6'şar paylarla davacılar adına tesciline'' cümlesinin yazılmasına, Hükmün 3. bendinin ve 9. bendinin hükümden çıkarılmasına, 3. Bendin hükümden çıkarılması sonrasında takip eden bentlere 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralarının verilmesine, hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA oybirliğiyle karar verildi.
Somut olayda davacı, hisse devir işlemlerine dayanak vekaletnameyi verdiği tarihte murisi ...'nın fiil ehliyeti olmadığından işlemlerin hükümsüzlüğünün tespitini talep etmiş olup, yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı üzere bu iddianın hukuki yarar bulunan herkes tarafından ileri sürülmesinin mümkün olduğu gözetilerek deliller toplanıp bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile aktif husumet yokluğu nedeniyle asıl davanın reddine karar verilmesi isabetli olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekilinin asıl davaya yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin birleşen davaya yönelik temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin asıl davaya yönelik temyiz istemlerinin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Asıl dava, Limited şirket hisse devir sözleşmesinin ehliyetsizlik nedeni ile hükümsüzlüğünün tesbiti ve 20. 03. 2013 tarihli ortaklar kurulu kararının da hükümsüz olduğunun tesbiti, Birleşen dava, Limited şirket hisse devir sözleşmesinin muvazaalı olduğunun tesbiti ile miras payı oranında davacı adına tescil istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince, asıl davada vekil olarak sözleşmeyi imzalayan davalı, ...'a husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle hakkındaki davanın husumetten reddine, davalı ... yönünden muris ...'nın işlem tarihinde hukuki ehliyeti haiz olması nedeniyle hakkındaki davanın esastan reddine, ortaklar kurulu kararının iptali davasında husumetin şirkete yöneltilmesi gerektiğinden gerçek kişi davalılara yönelik bu isteminde husumet yönünden reddine, Birleşen davada ise, davalı şirketin pasif husumeti bulunmadığından davanın pasif husumet yokluğundan reddine karar verilmiş, Davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak her iki davada da yeniden hüküm tesis edilmek suretiyle davaların aktif dava ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Daire çoğunluğunca yazılı şekilde karar verilmiş olup, çoğunluk görüşüne katılmıyorum. 1-Asıl davada; mirasçı davacı ..., babaannesi ...'a ait şirket hissselerinin vekili ... tarafından davalı ...'a devrinin murisin ehliyetsizliği nedeniyle hükümsüzlüğünün tesbiti ve buna dayalı ortaklar kurulu kararının da hükümsüzlüğünün tesbitini talep etmiştir. Davacı, tasarruf işlemine konu şirket hisse devrinin hükümsüzlüğü ve terekeye geri dönmesini istemektedir. TMK 640 maddesi gereğince terekeye dair mal varlığı unsurları üzerinde tüm mirasçılar iştirak halinde mülkiyet hakkına sahiptir. Bu halde tüm paydaşların birlikte hareket etmesi, birlikte dava açması gerekmektedir. Bu birlikteliğin sağlanamaması durumunda terekeye temsilci tayin ettirilerek açılan davaya mümessil huzuru ile devam edilmesi zorunludur. İlk derece mahkemesince bu konuda davacı vekiline süre verilmesine rağmen davacı tarafça, diğer mirasçıların tamamının davaya muvafakatı temin edilmediği gibi terekeye mümessil tayini hususunda gereğine de tevessül edilmemiştir. Tüm mirasçıların birlikte kullanmalarında zorunluluk bulunan bir hak da mirasçılardan birinin bu hakkı kullanmasında aktif dava ehliyeti bulunmamaktadır. HMK 114/1 maddesi gereğince aktif dava ehliyeti dava şartlarından olup, davacı mirasçının tek başına bu hakkı kullanması nedeniyle asıl davanın aktif dava ehliyeti yokluğundan reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Çoğunluk görüşünde bozma sebebi olarak yer alan husus, davanın esasına yönelik olup, aktif dava ehliyetinin varlığı halinde incelenebilecek bir husustur. HMK 114 maddesinde düzenlenen dava şartları, davanın esasından önce incelenmesi gerektiğinden Bölge Adliye Makemesince öncelikle dava şartları yönünden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi hukuka uygun bulunduğundan Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanması yerine yazılı gerekçe ile bozulması yönünde tecelli eden çoğunluk görüşüne katılamıyorum. 2-Birleşen davada ise mirasçı davacı ... Limited şirket hisse devrini muvazaalı olduğunun tesbiti ile 1/8 miras payı oranında adına tescilini istemektedir. Birleşen davada da Bölge Adliye Mahkemesince aktif dava ehliyeti yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin vaki temyiz istemi çoğunluk görüşü doğrultusunda reddedilerek Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmıştır. Bilindiği üzere muris mavazaasına dayalı davalarda, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açmakta hukuki yararı bulunan tüm mirasçıların dava açması mümkündür. Zira muvazaalı işlem, niteliği itibariyle mirasçıyı miras hakkından yoksun kılmaya yönelik bir işlemdir. Muris muvazaasında dava konusu hak halefiyet yoluyla miras bırakandan gelmesine karşılık, dava açma hakkı halefiyete dayanmayıp bizzat mirasçının kendisine ait haktan doğmaktadır. Bu itibarla dava açan mirasçı veya mirasçılar, tereke iştirak halinde bulunsa dahi pay oranında iptal ve tescil isteyebilirler. Bu halde iştirakin sağlanmasına, terekeye mümessil tayin edilerek davanın onun aracılığı ile görülmesine gerek yoktur. Bu ayrıcalık, mirasçılara, sadece muvazaa hukuki nedenine dayalı davalarda tanınan bir ayrıcalıktır (Eraslan Özkaya-İnançlı İşlem ve Muvazavaa Davaları sayfa 369 vd). Yargı kararlarına da yansıyan bu açıklamalar karşısında birleşen davada, mirasçı davacının muvazaa nedeniyle iptal ve tescil davayı açmakta aktif dava ehliyeti bulunmaktadır. Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik davacı temyizinin kabulü ile kararın bozulmasına karar verilmesi gerekirken birleşen dava yönünden temyiz itirazının reddi ile kararın onanmasına ilişkin çoğunluk görüşüne karşıyım.
Dava, vekalet yetkisinin kötüye kullanılması ve danışıklı işlem iddialarına dayalı tapu iptali-tescil; olmadığı takdirde taşınmaz bedelinin tahsili ve murislere ait banka hesaplarından çekilen paralara yönelik alacak (miras sebebi ile istihkak) isteğine ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki, vekâlet akdinden kaynaklanmaktadır. 6098 s. TBK'nın 505-506. (Mülga 818 , s. BK'nın 389-390. ) maddelerine göre, vekil, vekil edenin talimatı doğrultusunda ve iyi bir surette vekaleti ifa ile mükelleftir. 6098 s. TBK'nın 508. (Mülga 818 s BK’nın 392. ) maddesine göre ise, vekil müvekkilinin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeye ve bu cihetten dolayı her nam ile olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye ve zimmetinde kalan paranın da faizini vermeye mecburdur. Buna karşılık 6098 s. TBK'nın 510. (Mülga 818 s BK’nın 394. ) maddesine göre müvekkilin de, vekilin vekalet görevini ifa ederken yaptığı masrafları vermesi, vekilin üstlendiği borçlardan onu kurtarması ve vekilin ücretini ödemesi gerekir. Ayrıca, vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi TMK'nın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ancak, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Dava konusu edilen 179 ada 35 parsel sayılı taşınmazda, davacıların talebi taşınmazdaki muris F. Ö. 'e ait 13/16 oranındaki hissenin davalı tarafından vekaletin kötüye kullanılması suretiyle yapılan devrinin iptali ile söz konusu hisseden miras paylarına düşecek hissenin adlarına tescilini istemişlerdir. Mahkemece davacıların miras payına düşen hisse miktarının resen hesaplandığı anlaşılmaktadır. Taşınmazdaki hisse oranlarının değişik paydalarda olması nedeniyle uzmanlık gerektiren hesaplamanın fen bilirkişisine yaptırılmasının gerektiği açıktır. Açıklanan nedenlerle, kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak oybirliği ile karar verildi.
Bilindiği gibi muris muvazaası hukuksal nedenine bağlı olarak açılan davaların hukuksal dayanağını oluşturan, l. 4. 1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde tespit edilmesi gerekmektedir. Muris muvazaasına dayalı iptal davaları ile tenkis davaları, ileri sürülüş biçimleri, hukuksal esasları, kapsamları, hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden tamamen farklı davalardır. Bu iki dava 22. 5. 1987 tarih 1986/4 esas, 1987/5 karar sayılı İçtihatları Birleştirme kararında belirtildiği üzere aynı dava içerisinde kademeli istek olarak ileri sürülebileceği gibi, ayrı ayrı da açılabilir. Birbirlerinin açılmasını engelleyen bir yasa hükmü bulunmadığından davacılar, bunlardan birini ötekisine tercihen açmaya zorlanamaz. Bu davalardan birinin önceden açılması, açık bir irade beyanı olmadan ötekisinden feragat anlamınada gelmez. Biri hakkında verilen hüküm ötekisi hakkında kesin hüküm oluşturmaz. Bu iki dava arasında derdestlik itirazı dinlenemez. Ancak, bu iki davanın birbirleri ile yakın ilişkilerinin bulunduğu hüküm ve sonuçları bakımından birbirlerini etkiledikleri de kuşkusuzdur. Bu yakın ilişki ve etkinin doğal sonucu olarak ayrı davalar söz konusu ise daha kapsamlı muvazaa davası olumlu sonuçlandığı takdirde tenkis davasının konusu kalmayacağından tenkis davası için bekletici sorun sayılmakta kademeli biçimde tek davada yer almaları halinde önce muvazaaya dayalı istek yönünden araştırma yapılıp hüküm kurulmakta bu davanın kanıtlanamaması durumunda tenkis hükümlerine göre dava çözüme kavuşturulmaktadır. Öte yandan tenkis davaları geçerli temliki tasarruflar, muvazaa davaları ise temelde geçersiz tasarruflar hakkında açıldığından tenkis davasında sözleşmenin geçerli olduğu olgusu kabul edilmiş ve verilen hüküm kesinleşmişse, aynı taraflar arasında görülen muvazaa davasında bu olgunun tarafları bağlayacağı ve temliki tasarrufun geçersizliğinin artık ileri sürülemeyeceği gerek uygulamada gerekse bilimsel alanda ortaklaşa kabul edilmektedir. Muvazaa davalarının zamanaşımına tabi olmadığı, Muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davalarının herhangi bir süreye tabi olmadan her zaman açılabileceği, iddianın ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurmayacağı içtihatlarla sabittir. Tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (tebberru) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak 1 yıl ve her halde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihlinin üzerinden 10 yıl geçmekle düşer (TMK. m: 571/1). Dava, muvaza tenkis isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulü ile muris adına tescile karar verilmiştir. Muris R. , s. 'in 02. 03. 1938 doğumlu olup 09. 05. 2005 tarihinde öldüğü, dosyada bulunan Mersin 7. Noterliğinden alınan veraset ilamına göre 6 çocuğunun mirasçı olarak kaldığı, davadaki taraflar dışında, kocasının daha önceden öldüğü ve taraflar dışında davada taraf olmayan Z. Ercan ve , s. Serin isimli çocukları vardır. Dava muris adına tescil istemli olarak mirasçı olan davacılar tarafından açılmıştır. Mahkemece, davacının tapu iptali tescil talebinin kabulü ile Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Kazanlı Köyü köy civarı mevkii 379 ada 11 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının iptali ile iş bu taşınmazın H. C. ve M. kızı, 02/03/1938 Mersin doğumlu, ……………. TC kimlik numaralı R. , s. adına Kayıt ve Tesciline karar verilmiştir. Dava açılan taşınmaz eğer iştirak halinde mülkiyet durumunda ise ve davacı miras payı oranında kendi adına tescili talep etmişse, iştirakin sağlanması amacıyla diğer hak sahiplerinin davaya dâhil edilmelerine gerek yoktur. Ancak iştirak halinde mülkiyet durumundaki bir taşınmaz için açılan muris muvazaası davasında davacının miras payı oranında kendi adına tescili değil de taşınmazın terekeye döndürülmesi ve bütün mirasçılar adına miras payları oranında tescili talep edilmişse o takdirde iştirakin sağlanması yani diğer pay sahiplerinin de davacı olarak davaya katılmaları gerekir. Dava konusu somut olayda davacılar 379 ada 11 nolu parselin muris R. , s. adına tescilini, yani terekeye iadesini talep etmişlerdir. İstek terekeye iadeye ilişkindir. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olup, dava dışı mirasçılar bulunmaktadır. Davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması ya da miras şirketine MK'nın 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekir. Mahkemece tapunun muris adına tescil istenildiği belirtilerek 18. 04. 2017 tarihli celsede davacı vekiline mirasçıların vekaletinin sunulması, terekeye mümessil tayini hususunda süre verildiği, dosyaya murisin davada taraf olmayan Z. E. dosyaya sunmuş olduğu 07. 06. 2017 tarihli dilekçesinde 3366 parselle ilgili açılan davada muafakatının olduğunu bildirmiş ve davada taraf olmayan , s. , s. vasisi ekli 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin kısıtlama ve vasi atanma kararını ekleyerek vasi M. , s. dilekçesinde 3366 parselle ilgili açılan davaya muafakatının olduğunu bildirmiştir. Açıklanan nedenlerle; Mersin 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 12/12/2017 tarih ve 2015/139 Esas, 2017/447 Karar sayılı kararı, usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan, davalı vekilinin istinaf başvurusunun, ESASTAN REDDİNE oybirliği ile karar verildi.
Taraflar arasındaki dava; davacıların kök murisi … tarafından, muvazaalı olarak davalılara devredildiği iddia edilen, dava dışı ...Sanayi ve Ticaret AŞ’de bulunan muris hisselerine yönelik devrin iptali ile işbu hisse senetlerinin veraset ilamındaki (İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 12. 03. 2015 tarihi 2014/318 esas, 2015/188 karar sayılı mirasçılık belgesi) miras payları oranında, mirasçılar adına tescili ve pay defterine kaydedilmesi talebine ilişkindir. Dosya kapsamının değerlendirilmesinde; davalı şirketin, 1964 yılında tarafların kök murisi …. tarafından 3.600.000 (eski) TL sermaye ve 672 pay ile 5 ortaklı aile şirketi olarak kurulduğu, kuruluşta muris … 195 pay, ikinci eş … 195 pay ve ondan olma çocuğu ... ve birinci eşinden olma çocukları ... eşit olarak 94 payla ortak olarak gösterildiği, murisin ve eşi … paylarını satarak şirketten ayrıldıkları 1985 yılına kadar ilki 1972 yılında olmak üzere1982 ve 1983 yıllarında 3 kez sermaye artırımına gidildiği, 1972 yılında sermayenin 5.000.000 (eski)TL’ye, pay adedinin 1000’e çıkarıldığı, … 286 pay … 285 pay, çocuklar … 143 pay sahibi olduğu ve bu sermaye ve pay oranının 1982 yılındaki sermaye artırımına kadar aynen korunduğu,1982 yılındaki sermaye artırımı ile sermayenin 10.000.000 TL’ye pay adedinin 2.000’ e çıkarıldığı, bu sermaye artırımına önceki hissedarlardan … katılmadığı, dışarıdan murisin … olma çocukları … ve …’in hissedar olarak şirkete dahil oldukları, bu sermaye artırımı sonucu muris …’nün 643 pay, …’nin 642 pay, …’ın 143 pay, …’in 143 pay, …’un 143 pay, …’un 143 pay, …’in 143 paya sahip olduğu,1983 yılında yapılan sermaye artırımı ile sermayenin 100.000.000-TLye, toplam payın 20.000‘e çıkartıldığı, muris … ’nün 2200 pay, …’nin 1800 pay, …’un 5. 600 pay, …’un 5. 600 pay, …800 pay, … 1.600 pay, …’in 1600 pay, … (… kocası karısının 800 hissesini devraldı) da 800 pay ile hissedar olduğu görülmüştür. Davacıların babası ıskat edilen … bu sermaye artırımına katıldığı ve akabinde bu şirketteki 1.600 paylık hissesini 1984 yılında yapılan işlemle kök muris … devrettiği ve … hissesinin 3.800 paya çıktığı görülmüştür. 04. 07.1985 tarihli Anonim Şirket Hisse Devir Anlaşmaları başlıklı adi yazı belgelerle, kök muris … şirketteki 3. 800 hissesinin tamamını kendi çocukları arasında satış yaptığı, bu kapsamda 1.200 adet payın 6.000. 000- TL bedelle … , 800 adet payın 4.000. 000 -TL bedelle …’e, 1000 adet payın 5.000. 000 -TL bedelle …’a, 800 adet payın 4. 000. 000 TL bedelle ...’e sattığı,yine ... ’ın da toplam 1800 hissesinin 1400 adedini 7.000.000 TL bedelle …’a, 400 adedini de 2. 000. 000 TL bedelle … sattığı, böylece İkinci eş …’in hisselerini kendi çocuklarına sattığı, baba muris … ikinci eşten olma … pay satmadığı,… hissesinin çoğunu … satarak kök muris … ve eşi …'nin tüm hisselerinin, nominal değerleri üzerinden tüm mirasçılar pay alacak şekilde mirasçılara paylaştırıldığı, satışların şirket yönetim kurulunca onaylandığı, bu tarihten(1985) sonra kök muris ... ve ikinci eşi ...’nin şirketle ortaklık bağının kesildiği anlaşılmıştır. Bu satışlardan sonra, ...'ın 5.600 adet olan hissesinin 7.000 adete, ...'a ait olan 5.600 adet olan hissenin 7.000 adete , ... ait 800 adet hissenin 1.600 adede çıktığı, .... ait 800 adet hissenin aynı kaldığı, davacıların babası ... da daha önceki şirketteki hisselerini devretmiş olmasına rağmen kök muris tarafından yapılan hisse devri sonucu yeniden 1.200 adet hisseye sahip olduğu, ...ait 1.600 adet hissenin de 2.400 adete çıktığı görülmüştür. 1985 yılından sonra yapılan işlemlerde kök muris ... dışındaki diğer hissedarların sermaye artırımlarına katılması, hisselerin devredilmesi gibi hisse değişimlerinin bulunduğu, yapılan bu sermaye arttırımlarına davacıların murisi ... zaman zaman katıldığı, zaman zaman ise sermaye arttırımlarına katılmadığı görülmüştür. Davada, kök muris ...’nün, davalı şirketteki hisselerinin, muvazalı olarak davalılara(özellikle ikinci eş ... olma çocuklar … ve ...’e gerek hisse devri gerekse sermaye artırımları ile devredildiği iddia edilmektedir. Kök muris 1964 yılında davalı şirketi, ikinci eşi ve ondan olma çocuğu ..., birinci eşten olma çocukları ... ve ... ile birlikte kurmuş, 1982 yılındaki sermaye artırımında ikinci eşten olma diğer çocukları ... ve ...’i şirkete ortak etmiş, 1983'teki sermaye artırımında ...’in hissesinin yarısını devrettiği damadı ... dışardan şirkete ortak olmuş,1984 yılında davacıların babası ... hisselerini babası kök muris ...'ye devrettiği ve bu devrin bedelsiz olduğuna dair dosyada delil olmadığı,1985 yılında da kök muris sermaye artırımları ve hisse devri(...’ın 1600 hissesi) sonucu oluşan toplam 3800 hissesini yukarıda açıklanan pay adedi ve bedeller üzerinden çoğunu(1200 Pay) davacıların babası ... başta olmak üzere ,.... (ikinci eşten olma) dışındaki diğer çocuklarına satarak 1985 yılında şirket ortaklığından ayrılmıştır. Kök muris .... ’nün muvazalı devirleri dava konusu yapıldığına göre onun şirketin kuruluşundan ortaklıktan ayrıldığı tarihlere(1964-1985) kadarki hisse devirleri incelenerek muvaza bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekecektir.
Murisin tüm hissesini devrederek ortaklıktan ayrıldığı ve dolayısıyla devredecek hissesinin bulunmadığı 1985 sonrası dönemin irdelenmesinin bir gereği ve sonuca katkısı bulunmamaktadır. Bu açıklamalardan sonra, 1964-1985 dönemleri bakımından, davalı şirketin ticaret sicil kayıtlarından izlenebildiği ve taraflarında kabulünde bulunan ortakları, bunların pay adet ve oranları ve bu pay adet ve oranlarının oluşum süreci ve şekli gözetildiğinde, murisin paylarının tamamen sattığı tarihe kadarki süreçte murisin başlangıçta şirketin toplam(672 adet) hissesinden 195 payının sahibi olduğu, 1972,1982 ve 1983 tarihlerinde yapılan sermaye artışları ile murisin payının 2200'e çıktığı, 1984 te davacıların babası ...’ın payının satış yoluyla devri sonucu murisin payının 3800 olduğu ve bu toplam payını da 1985 te çocuklarına sattığı gözetildiğinde, murisin tek hisse devir işleminin 1985 yılındaki satış olduğu, hisselerdeki nominal ve oransal artış ve azalışların sermaye artırımlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Anonim şirketlerde, bedelli ve bedelsiz sermaye artışları, şirketlerin amaç ve hedeflerini gerçekleştirebilmek, ekonomik büyümeyi sağlayabilmek, değişen ve gelişip çeşitlenen ekonomik süreçte karlılıklarını artırmak, rekabet ortamına ayak uydurabilmek vb gerekçelerle yetkili organlarca ve TTK. nun 456 vd maddelerinde belirtilen usullerle yapılır. Bedelli sermaye artırımına katılma zorunluluğu bulunmamaktadır. Ayrıca hukuka aykırı olarak alınan kararlara karşıda yasal sürede iptal davası açılabilir. Bu kapsamda, davacıların babası ...’ın 1982 hariç 1972 ve 1983'teki sermaye artırımlarına katıldığı, bir itirazının bulunmadığı, bu hususta iptal davası açtığının iddia ve ispat edilmediği dolayısıyla bu sermaye artışlarının muvazalı devir olarak irdelenemeyeceği açıktır. Bu durumda, kök muris ... hisselerini satarak ortaklıktan ayrıldığı 1985 yılındaki satış işlemine bakıp, bu işlemin muvazaalı yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, satış sözleşmesi tarihi olan 1985 tarihi itibarıyla yürürlükte olan 818 sayılı BK’nun 18. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki maksatlarını aramak lazımdır” hükmüne yer verilmiştir. O halde muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır şeklinde tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın kendisine yapıldığı kişi, irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Şu halde, özellikle mevsuf (nispi) muvazaada ilke olarak görünüşteki işlemin altına saklanan ve tarafların gerçekleştirmek istedikleri işlem (gizli sözleşme) geçerlidir. Bu geçerliliğin, tarafların gerçek ve uygun iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklandığı ve onun, muvazaalı hukuki işlemin altına gizlenmiş olmasının, ilke olarak geçerliliğini etkilemediği her türlü duraksamadan uzaktır. Ne var ki; muvazaada, gizli işlem şekle bağlıysa ve bu gizli işleme ilişkin irade açıklamaları şekle uygun yapılmamışsa, görünüşteki işlem yapılırken yasaların öngördüğü şekle uyulmuş olması, gizli işlemdeki şekle aykırılığı gidermez. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından her hangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir. Nitekim bu ilke, 07. 10. 1953 gün ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında çok açık bir şekilde dile getirilmiş; tapuda kayıtlı taşınmaz malın muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimselerin dava hakkına ilişkin uyuşmazlığın irdelendiği 01. 04. 1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da, tüm mirasçıların görünüşteki satış sözleşmesinin BK’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri sonucuna varılmıştır. Hemen belirtilmelidir ki; taşınmaz mallar dışındaki değerlerde, eş söyleyişle taşınır mal, alacak ve haklarda, zilyetliğin geçişi yollarından olan kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi ve hükmen teslim ile bağışlama yapılabileceği, burada özel olarak bir biçim öngörülmediği kuşkusuzdur. Nitekim BK'nun 237/1. maddesi, “Elden bağışlama, bağışlayanın bir şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulur.” hükmünü amirdir. Şu durumda, taşınmazların şekil şartına bağlı olmaksızın elden bağışlanabilme olanağı bulunmadığı halde; taşınır mallar ve alacakların zilyetliğinin devri konusunda bir geçerlik şekli öngörülmediğinden, hukuken taşınır eşya niteliğinde sayılan değerlerin bağışlanması ya da bağış amacıyla bedelsiz olarak devredilmesi işlemi hukuken geçerlidir. Anonim şirket hisse(senede bağlanmamış) devrinin geçerli olmasının yazılı şekil koşuluna bağlı olduğu kuşkusuzdur. Aynı hükümler gereği hisse bağışlanmasına dair sözleşmelerin de yazılı yapılması zorunludur. Görüldüğü gibi hisse devrinin nitelikleri itibariyle mülkiyetlerinin devri taşınır ve taşınmazlardan farklı olarak, özel bir düzenleme ile yazılı geçerlilik koşuluna bağlanmıştır. Bunun sonucu olarak, alıcı ancak satış senedinde belirtilen hukuki neden gereğince hisse senedinin mülkiyetini kazanabilecektir. O nedenle, satış ise satış, bağış ise bağış sözleşmesinin yazılı olarak düzenlenmesi sonucunda devri gerçekleşebilecektir. Eğer bu konuda yanlar arasında bir danışıklık varsa, gerçekte bağış yapıldığı halde görünürde geçerli olarak yazılı devir sözleşmesi ile satış gibi gösterilmişse ve gerçek iradeleri yazılı olarak düzenlenen senette birleşmemiş olması nedeniyle hisse senedine ilişkin mülkiyet de devralan alıcıya geçmeyecektir. Yanların gerçek iradeleri ile senede yansıyan görünürdeki iradeleri birleşmediğinden, geçerli hukuki bir sonuç ortaya çıkmış sayılmayacak ve delillerin imkân vermesi koşulu ile BK 18. maddesi anlamında danışıklı bir işlemin varlığının kabul edilmesi gündeme gelecektir. Bu sonuçta işlemin iptaline neden olacaktır (Yargıtay 11. HD. 18. 09. 2017 tarih ve 2017/2861E,2017/4477K )Anonim şirketler için önemli bir kavram olan “pay”, üç anlamda kullanılır. Bunlardan ilki esas sermayenin bir parçasını ifade etmesidir.
Esas sermayenin pay sayısına bölünmesi sonucu oluşan ve nominal (itibari) değeri olan her bir birim birer payı oluşturur. Pay sayısının ve nominal değerinin esas sözleşmede gösterilmesi zorunludur. Bir diğer anlamıyla pay; pay sahipliği konumunu yani ortaklık sıfatını ifade eder. Ortaklık sıfatından kaynaklanan hak ve borçlar paya bağlıdır. Pay elde edilirken ortaklık sıfatı da kazanılmış olur. Üçüncü anlamıyla pay; bir kıymetli evrak niteliğindeki pay senetlerini (hisse senetlerini) ifade eder. Hamiline düzenlenmiş paylar hariç olmak üzere, payın bir senede bağlanması zorunluluğu yoktur. Senede bağlanmamış paylar “çıplak pay” olarak adlandırılmıştır (Fatih Bilgili, Şirketler Hukuku, 2. bası, 2012, s. 240,241). Payın devri konusuna gelince; bilindiği üzere, sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 416. ve 417. maddeleri hükmü uyarınca, nama yazılı pay senetlerin devri için, bir temlik beyanı veya senedin arkasında tam bir cironun yapılması, ayrıca senet üzerindeki zilyetliğin devir ve teslimi gerekir. Anonim şirket tarafından henüz pay senedi ihraç edilmemiş olması ve ilmühaber dahi çıkarılmaması, anonim şirkette pay devrine engel teşkil etmeyecektir. Anonim ortaklığın çıplak paylarının devri konusunda 6762 sayılı TTK’da bir hüküm bulunmamakta olup, payın devredilebilirliği ilkesi uyarınca, çıplak payın da senede bağlanmış paylar gibi serbestçe devredilebileceği, bu devrin 818 sayılı BK. nun 162 ve devamı (6098 sayılı TBK 183) maddelerine göre alacağın temliki hükümleri çerçevesinde olacağı kabul edilmiştir (Hayri Domaniç, Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması, s,1325; Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku Şerhi, cilt II, s. 1261). (YHGK. nun 12. 11. 2014 tarih ,2014/11-801E,2014/891K sayılı ilamı)Somut uyuşmazlık yazılı açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde, davacıların kök murisinin 1985 yılında davaya konu şirkette olan 3. 800 adet hissenin 1. 200 adedinin davacıların ıskat edilen babaları ..., 800 adedini ... , 1. 000 adedini ...'a, 800 adedini de ... satmak suretiyle ortaklıktan ayrıldığı anlaşılmıştır. Her ne kadar davacı taraf söz konusu satış işlemlerinin mirasçı ... ve kendilerinden mal kaçırma kastı ile muvazaalı yapıldığı ileri sürülmüş ise de, söz konusu devir işleminden anlaşılacağı üzere bu satış işlemi ile kök muris ..., sahip olduğu 3. 800 adet hissenin en büyük kısmını oluşturan 1. 200 adedini davacıların babaları ... satış yapmıştır. Taraflarca dosyaya sunulan İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22. 05. 2018 tarih, 2018/72 esas, 2018/266 karar sayılı mirasçılık belgesinin iptali ile muris hissesinin belirlenmesi kararı ve davacı tarafın hükme esas alınması gerektiğini ileri sürdüğü İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12. 03. 2015 tarih, 2014/318, esas, 2015/188 karar sayılı kararlarında belirlenen paylarından daha fazla hisseyi, murisin, davacıların babalarına sattığı, dolayısıyla burada bırakın davacıların ıskat edilen murisi ... mal kaçırmayı, tam tersine ... yasal miras hakkı olan 9/60 dan daha fazla bir hissenin bırakıldığı, murisin davalı şirketteki tüm hissesini eşi ... hisseleriyle beraber sağlığında tüm mirasçılarına yukarıda açıklanan nominal bedeller ve hisse miktarları üzerinden ve satış yapmak suretiyle paylaştırdığı, dolayısıyla miras bırakanın sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yaptığından, şirket hisselerinin satışına münhasır olarak mal kaçırmak kastından söz edilemeyeceği ve bu nedenle 01. 04. 1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı(Yargıtay 11. HD. nin 17. 10. 2014 tarih2013/11910E,2014/15921K, Yargıtay 1. HD. 17. 09. 2014 tarih 2014/3223E,2014/14325 K sayılı ilamı), söz konusu satış işleminin bir an için gerçekte satış değil, bağış olduğu kabul edilse dahi, burada davacıların hakkını engelleyecek yada mirastan daha az pay almasını sağlayacak bir işlemin bulunmadığı, bu itibarla bu satış yönünden davacıların muvazaa iddiasının yerinde olmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan, eTTK. nun 520. maddesi limited şirketlerde hisse devrine ilişkin getirilmiş bir şekil şartı olup, anonim şirketlerin hisse devirlerinde bu maddenin uygulanma kabiliyetini bulunmadığının, anonim şirketlerin hisse devirleriyle ilgili olarak yukarıda açıklanan kurallarla açıkça belirlendiği, dolayısıyla şirketin pay defterlerinin ibraz edilmeden karar verilmesinin sonuca bir etkisinin bulunmadığı, yine murisin miras hisselerini belirleyen doğru veraset ilamı olan İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12. 03. 2015 tarih, 2014/318, esas, 2015/188 karar sayılı dosyasında davacıların hisse oranlarının daha az olması nedeniyle mahkemece daha fazla miras payı öngören İstanbul 8. SHM. nin veraset ilamı esas alınarak yapılan yorumda sonuç itibarıyla esasa etkili bir durumun ortaya çıkmadığı anlaşıldığı, dolayısıyla bu iki hususa ilişkin istinaf sebepleri de yerinde değildir. Yukarıda açıklanan tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, açıklanan nedenlerle: Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 'nun 353(1)b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE oy birliğiyle karar verildi.
Önalım hakkı; paylı mülkiyete tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak, paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir. Türk Medeni Kanunun 734. maddesi uyarınca önalım hakkı sahibi adına payın tesciline karar verilmeden önce satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini hakim tarafından belirlenen süre içinde hakimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür. Davalının payın devrine ilişkin resmi senetle yapılan satış akdinin tarafı olduğundan kendi muvazaasına dayanamayacağından gerçek satış bedelinin tapuda gösterilen bedelden daha fazla olduğu yönündeki bedelde muvazaa savunması dinlenemez. Bu nedenle davalının resmi senette ödemiş olduğu gösterilen satış bedeli ile tapu harç ve masraflarından oluşan önalım bedelini ödemek suretiyle davacıya önalım hakkı kullandırılabilir. Gerçek bir satışın söz konusu olmadığı, satım niteliğinde olmayan temliklerde ise 20/03/1957 tarih 1956/12 Esas 1957/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca miras hukukundan kaynaklanan amaçlarla yapılan bedelsiz satışların gerçekte bağış işlemi olmasına rağmen satış işlemi olarak gösterildiği, "Müşterek mülkün hissedarı hissesini karı, kocaya, evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayrı miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine" ilişkin içtihat metni de göz önünde bulundurulduğunda bedel karşılığı olmayan satışların akrabalık münasebeti sebebiyle bağış kabul edilmesi gerektiği, bağış amacıyla yapılan bu satışlarda ise önalım hakkının kullanılamayacağı anlaşılmaktadır. Önalım davasına konu olan payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilerek her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yerin ve bu yere tekabül eden payın bir üçüncü şahsa satarsa satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK'nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Kötü niyet iddiası 14. 02. 1951 tarih ve 17/1 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca; davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir. Önalım davalarında fiili taksime değer verilmesi için, taksimin yazılı olarak yapılması ya da taşınmazın çok sayıda paydaşının bulunması halinde tüm paydaşlar tarafından fiilen kullanılan bölümleri olması gerekmez. Davacının kullandığı ve davalıya pay satan kişilerin kullandığı ayrı ayrı bölümler var ise satıcı zamanında kullanıma karşı çıkmayan, o yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda pay satışı nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK'nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kabul edilmektedir. Davacı taraf, dava dilekçesinde bedelde muvaza iddiasında bulunmuş ise de dosya kapsamı ve toplanan deliller, özellikle yapılan keşif, keşif sonrası düzenleme, bilirkişi raporları ile keşif ve duruşmada dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık beyanları hep birlikte değerlendirildiğinde davacının bu iddiasının kanıtlanamadığı, tanık ve mahalli bilirkişilerden ... haricindekilerin taraflar arasındaki alım satım bedeli ve paranın alınıp verilmesi hususlarında bilgi sahibi olmadıkları, 30/04/2019 tarihli celsede dinlenen davalı tanığı ... beyanına göre davalı ... hissesinin 30.000,00 TL bedel karşılığı alındığı, bu bedelin tanık tarafından davalı K. 'dan alınarak hisseyi satan ...'a bizzat ödendiği, mahkemece bu tanık beyanının esas alınarak dava konusu hisselerden davalı ...'a satılan hissede muvaza yapıldığı iddiasının kısmen kabul edilerek tapudaki 50.000,00TL lik bedel yerine 30.000,00TL bedelin esas alınarak masrafların da ilavesi suretiyle önalım bedelinin tespit edildiği, diğer hissenin tapudaki satış bedeli olan 50.000,00TL nin aksini kanıtlayacak hiçbir delilin elde edilemediği, keşif sonrası düzenlenen Ziraat Bilirkişisi Raporuna göre dava konusu hisselerin dava tarihindeki rayiç değerinin 26. 335,56TL olarak tespit edildiği, bu bedelin de davacının iddia ettiği hisse değerinin çok üzerinde olduğu, Yargıtayın kararlılık kazanan içtihatları karşısında, bu durumda davacı tarafın bedelde muvaza iddiasının kanıtlanamamış sayılacağı, sadece davalı K. 'ın aldığı hissenin 30.000,00TL karşılığı alındığına yönelik görgüye dayalı tanık beyanı karşısında bu bedel yönünden hüküm kurulabileceği, yerel mahkemece de bu şekilde değerlendirme yapılarak davacı tarafa önalım bedellerini yatırması için duruşmada bir aylık kesin süre verildiği, süreye uyulmamasının neticesinin davacıya açıkça ihtar edildiği, verilen sürenin makul olmasına karşılık davacının süresi içinde bedeli yatırmaması karşısında davanın reddine dair verilen kararda herhangi bir isabetsizlik olmadığı inancına varılmıştır. Açıklanan sebeplerle istinaf talebinin esastan reddine oybirliği ile karar verildi.
Dava, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Öncelikle belirtmek gerekir ki davalı vekilinin istinaf istemi hakkındaki davanın kabulüne karar verilen çekişmeli 206 ada 8,234 ada 24 ve 237 ada 2 parsel sayılı taşınmazlar yönüyle kurulan hükme yöneliktir. Tarafların iddia ve savunmaları birlikte gözetildiğinde çekişmeli ve istinafa konu taşınmazların öncesinde tarafların ortak mirasbırakanı Hamdi G. 'e ait olduğu noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı gibi bu husus dosya kapsamı ile de belirlenmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık , muris Hamdi G. 'in çekişmeli ve istinafa konu taşınmazları sağlığında mirasçısı olan davalıya bağışlayıp bağışlamadığı ,bağışlamış ise zilyetliğini de teslim edip etmediği noktasındadır. Çekişmeli ve istinafa konu taşınmazların kadastro tespitine bir tapu kaydı esas alınmamış yargılama sırasında da taraflar tapu kaydına dayanmamışlardır. Bu halde taşınmazların tapuya kayıtlı olmayan menkul mal niteliğinde olduğunun kabulü zorunludur. Bilindiği üzere menkul mallarda mülkiyetin nakli için zilyetliğin teslim edilmesi yeterli olup yazılı bir sözleşme aranmaz. Öte yandan murisin sağlığında yaptığı paylaştırma esasen bağışlama hükmünde olup murisin tek taraflı iradesi ile gerçekleştireceği bağış işlemi için diğer çocuklarının veya ileride kendisine mirasçı olma ihtimali bulunan kişilerin muvafakat ve izin vermelerine gerek olmadığı gibi bağış işlemine katılmalarına da gerek ve lüzum da yoktur. Ayrıca taşınmazların öncesinin tapusuz olması nedeniyle menkul mal hükmünde olduğu, maliki tarafından zilyetliğinin devredilmesi şartıyla istediği şekilde bağışlayabileceği, diğer bir anlatımla tapusuz taşınmazlarda muvazaa ileri sürülemeyeceğinden murisin mirasçıları arasında adil olma, tüm mirasçılarının paylarını gözetme gibi yükümlülüğü de bulunmamaktadır. Mahkemece yukarıda yazılı gerekçe gösterilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de ; az yukarıda vurgulandığı üzere menkul mal hükmünde olan çekişmeli ve istinafa konu taşınmazları murisin sağlığında ve tespit tarihinden davalıya bağışlayıp bağışlamadığı, yine muris taşınmazları davalıya bağışlamış ise mülkiyetinin nakli için zorunlu olan "zilyetliğinde teslimi " konusunda da araştırma yapılmamış, özellikle murisin sağlığında çekişmeli ve istinafa konu taşınmazları bağışlayıp bağışlamadığı , eğer muris tarafından bağış yapılmış ise zilyetliğini de teslim edip etmediği konusunda maddi olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmamış, murisin bağışına dair bir kısım beyanda bulunan yerel bilirkişi ve tanıklardan söz konusu bağışın tarihi, kadastro tespit tarihi itibariyle muris tarafından çekişmeli ve istinafa konu taşınmazların bağışlanıp bağışlanmadığı ve bağışlanmış ise zilyetliğinde teslim edilip edilmediği noktasında beyan alınmamış, bu haliyle davalının bu yönde ki savunması araştırılmamıştır. O halde doğru sonuca varılabilmesi için mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişilerle; aynı yönteme göre tespit edilecek taraf tanıkları , fen bilirkişi ve taşınmazların değeri yönünden ziraat bilirkişi huzuruyla keşif yapılmalı, yapılacak keşif sırasında yerel bilirkişi ve tanıklardan miras bırakan Hamdi G. 'in sağlığında çekişmeli ve istinafa konu taşınmazlarını oğlu olan davalıya bağışlayıp bağışlamadığı, bağışlamış ise zilyetliğini de teslim edip etmediği, taşınmazları kimin hangi tarihten bu yana nasıl kullandığı, özellikle kadastro tespit tarihinde taşınmazları kimin hangi sıfatla kullandığı, somut olayda teslim veya kısa elden teslim olgusu bulunup bulunmadığı hususlarında maddi olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmalı ,yerel bilirkişi ve tanık beyanları arasında çelişki ortaya çıktığı takdirde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişki giderilmeye çalışılmalı, fen bilirkişiden keşfi izlemeye ve denetlemeye elverişli rapor alınmalı , ziraat bilirkişiden değer yönüyle rapor alınmalı , bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup açıklanan nedenlerle istinaf başvurusunun KABULÜNE oy birliği ile karar verildi.